Sekiz yaşında bir yıl boyunca komşusu tarafından cinsel istismara uğrayan, yaşadıklarını ilk defa otuz dokuz yıl sonra anımsayan bir “hayatta kalan”la röportaj.
Bize önce çocukluğunun geçtiği mahalleyi anlatır mısın?
İşçi mahallesi… Kadınlar evde. Çalışan kadın pek yok. Erkeklerin genelde hepsi çalışıyor. Klasik işçi aileleri… Biz çocuklar, sabahtan akşama kadar sokaktayız. Annelerin de işine geliyor tabi çocukların dışarıda olması. Ben, beş çocuklu bir ailede büyüdüm. Civardaki ailelerde genelde üç dört çocukluydu. Mahalle de oturanlar çoğunlukla Anadolu’dan göç edenler… Yetmiş sekizlerde sıkı yönetim döneminde gecekondu önleme bölgesi ilan edilmesiyle beraber apartmanlar yapılmaya başlanıyor. Apartmanların çoğu işçi kooparatif evleri ve işçi blokları. Bizim oturduğumuz evde İmar Bakanlığı’nın yaptığı evlerdendi. Bir artı bir. Bir oda, bir salon, bir tuvalet, bir mutfak.
Oyun alanlarımız sokak ve inşaat alanları. Yeşil alanlar da vardı. Birde bizim olduğumuz mahalleyle diğer mahalleyi ayıran büyük bir yeşil bir alan vardı. Derenin üst tarafında… Tek sıraydı derenin olduğu taraftaki evler. Ara sokak yoktu. Bahçeler bitişik nizam, bazı evler bitişik nizam yapılmıştı. İşte yüz, yüz elli metrede bir evlerin bahçesinden geçebiliyorduk arkadaki büyük yeşil alana. Geçiş yerlerinden bir tanesi de bizim tam sokağın ortasında, Yusufların evinin bahçesiydi.
Şimdi hatırlıyorum. Çetemiz vardı. Büyüklere mi kızmışız neye kızmışız? Kendi aramızda sözler veriyoruz. Hepimiz ileride büyüyeceğiz, belli görevlere geleceğiz. Birleşeceğiz, birbirimizi koruyacağız. Güçleneceğiz. Hep beraber yöneteceğiz. Artık nereyi yöneteceğiz bilmiyorum. Kızılderili, kovboyculuk oynardık. Ben kovboy olmazdım.
Aile içinde ilişkileriniz nasıldı? Anne babanın seninle ilişkisi nasıldı?
İlkokula başlayacağım sene, babamın bana sözü vardı. “Okula ben seni götüreceğim” demişti. O zamanlar Topkapı’da kıyafet satılıyordu. Topkapı’ya gittik. Babam oradan okul için bana önlük, çanta falan aldı . Okulların açılmasına iki üç gün kala, babamı yurtdışından işçi olarak çağırdılar. Babam okullar açılmadan yurtdışına gitti. Uğurlamadım babamı, vedalaşmadım. Sen bana söz verdin, sözünü tutmadın, diyerek. Geriye dönüp baktığında babamla ilk kırılma anımız, büyük kırılma anımız o gibi geliyor bana. O beş yaşında yaşadığıma anlam veremediğim için…
O olayda şöyle yaşandı. O zaman daha İstanbul’a taşınmamışız. On altı on yedi yaşlarında Havva abla adında bir ablamız var. Genelde bizi ona emanet ediyorlar. O bizi oynatıyor. Onun peşine takılıyoruz, geziyoruz falan. Bir gün bütün çocuklar gitti, benimle bir tane kızcağız kaldı. Evcilik oynuyoruz. Havva abla “Ben size evciliğin aslında nasıl olduğunu göstereyim” dedi. Kıza “sen yat” dedi. “Sen de üstüne çık”. İleri git gel sürtün gibi bir şeyler. Üzerimizde kıyafetlerimiz var. Biz gülüyoruz tabi. Kız gıdıklanıyor, gülüyor. Ben o gülüyor diye gülüyorum. Bilmiyoruz ki ne olduğunu …Neyse kalktık gittik. Aradan bir saat geçti geçmedi. Bizim evin kapıda birilerinin konuştuğunu duydum, o kızın ağladığını. “ İşte çocukturlar ama böyle bir şey olmuş. Havva’ya da biz gerekeni yaptık. Ailesiyle konuştuk. Ailesi ona ceza verdi. Biz sadece sizi bilgilendiriyoruz. Havva’yla oynatmayın çocuğunuzu”. Ben anlıyorum kötü bir şey oldu. Kötü bir şey oldu ki kızın ailesi geldi ama neyin kötü olduğunu anlayamıyorum. Akşam babam geldi. Annemle konuşuyorlar. Babam birden bire bağırdı “Getir onu buraya!” Annemden ip istedi. Beni dövdüğünü hatırlıyorum. Sonra odanın ortasına bir sandalye koydu. O zamanlar beşikleri bağlanmak için tavanlarda kancalar vardı. Oraya ipi taktı, ipi de benim boynuma taktı. Bu sırada dış kapı çaldı. Annem kapıyı açtı. Komşular sese, gürültüye gelmişler. Babamın tam sandalyeye vuracağı anda geldiler. “Seni öldüreceğim!” demişti. Beni elinden aldılar babamın…
Babam yurtdışından bir sene sonra geldi. Artık senede bir geliyordu Türkiye’ye. Bir ay kalıyor, o bir ayında üç dört günü bizle ya geçiriyor ya geçirmiyordu. Geziyordu, eş, dost, akraba, köye gidiyordu… Dışarıda çok severler babamı. Dışarıda demokrat, devrimci bir adam. Kibar. Yufka yürekli. Ama evin içinde öyle değil. Despot, diktatör…Aslında babamla, baba oğul ilişkisini biz hiçbir zaman kuramadık, öyle geliyor bana.
Babamla öyle… Annemle çok fazla sıkıntı yaşamadık. Kadın zaten ilkokul iki terk. Sonra ilkokulu bitirmiş ama ne zorluklarla? Annem her şeyin üstesinden geldi. Beş tane çocuk büyüttü. Evin tüm işlerini o yapıyordu, yemeğini, temizliğini.
Annem evlilik hikayesi şöyle anlatırdı. Salı günü, dedeme birisi annemden bahsediyor. Dedem, çarşamba günü annemi görüyor. Perşembe günü istiyorlar. Cuma günü alıyorlar, getiriyorlar. Cumartesi günü de babam askere gidiyor. Kadın bir kaynana diye geliyor, üç tane kaynana çıkıyor evde. Görümceler, kayınlar….
Annen baban bunları yaşarken sen neler yaşıyorsun?
İşte babam yokken üç tane çocuk daha var benden başka. Ben sekiz yaşlarındayım. Bir tane arkadaşım var Yusuf. Yusuflara ders yapmaya giderdim. Onun iki tane büyük abisi vardı. Biri benden beş yaş, biri de on iki yaş kadar büyüktü. Yusuf’un bir de ablası vardı. Benden iki üç yaş büyük. Çocuk felci geçirmiş, yatalak. Kızcağız hiçbir şey konuşamıyor. Dünyalar güzeli bir kızdı. İsmi Leyla’ ydı. Annesi Leyla Abla’nın saçlarını tarar, severdi onu. “ Ay kızım, güzel kızım, canım kızım…” İmrenirdim ben ona. Duymamışım ya öyle bir şey annemden babamdan. O öyle söyledikçe Leyla Abla gülerdi. Annesini sevdiği zamanlar dışında, değişik acı bir tebessüm vardı yüzünde. Onu net hatırlıyorum. Çünkü farklı bir yüz ifadesi de hatırlıyorum ben onda. Hiçbir şeyi bilmiyor, anlamıyor diye düşündüğün birinin aslında her şeyi anladığını ve farkettiğini öğrenmek…
Bir gün yemek yiyorduk Yusuflarda, arkadaşlarla beraber. Onlar paldır küldür çıktılar. Büyük yeşillik alana gidecektik. Ben de kalktım ama yetişemedim. Biraz yavaş hareket ediyorum, ayağımdan dolayı. Çocuk felcinden yüzünden elimi ayağıma koymadan yürüyemiyordum. Yürürken neredeyse yüzüm yere paralel yürüyordum. Çok yavaş yürüyordum. Koşamıyordum…Daha yemeğim de bitmemişti. Cevdet dedi (Yusuf’un abisi), “ Yemeğini bitir, çıkarsın”. Ben de bitirdim. Tam çıkıyordum. Beni çekti, ağzımı kapattı. Başka ne yaptı? Orasını hatırlamıyorum.
Sonra ki birkaç günün nasıl geçtiğini de hatırlamıyorum. Çocuklar çağırıyor ben dışarı çıkmak istemiyorum. Oyun oynamak istemiyorum. Uzak yolu kullanıyorum, arkadaşların yanına yeşillik alana gitmek için. Onların bahçeden geçmek istemiyorum. Bu sefer yeşilliğe gidiyorum kimse yok. Yavaş yürüdüğüm için ben gidene kadar oyun bitiyordu. Yine bir gün çocuklar o tarafa geçti. Korka korka geçiyorum bende Yusufların bahçeden. Öbür evin duvarına yapışmışım neredeyse. Kapının hızla açılması birinin beni içeri çekmesi bir oldu. İlk yaptığında başka bir odadaydık. İkincisin de kız kardeşinin yattığı odadaydık. Ve yüzüm ona dönüktü. Daha önce annesinin saçını tararken ki gülümsemesiyle hatırladığım Leyla Abla’yı son bir buçuk yıldır o günkü yüz ifadesiyle hatırlıyorum artık.
Leyla’nın yanında yaptığı zaman başka bir çocuk daha vardı. Biz iki çocukta yerdeyiz. Bir eliyle birimizi bastırıyor, o sırada diğerimizin de üstünde oluyordu. O çocuk bizim mahalleden değildi, aşağı mahalledendi. Çocuk benden biraz büyüktü. Bir ara adam benim üzerimdeyken, sanki yardım istemek, bir şey demek için çocuğa döndüm yüzümü. Hafif bir tebessümle beni izlediğini gördüm çocuğun.
Cevdet’in yine eliyle benim üzerime bastırıp çocuğun üstüne çıktığı sırada çocuğa baktım. Bana “Kafanı çevirme” dedi Cevdet. Kafamı çevirmiştim, çünkü ne yaptığını görmek istiyordum. Çünkü bana ne yaptığını anlamak istiyordum. Bana ne yaptığını bilmiyordum. Canım yanıyor ama nasıl yaktığını bilmiyorum. Sende erkeksin ama cinsel organının can yakacak bir şey olabileceğini bilmiyorsun. Başka bir şeyle mi canını yakıyor diye merak ediyorsun.
Bir defasında Leyla’ya yaptıklarını hatırlıyorum. Kapıyı kilitledi. Üstü çıplaktı. Altını çıkarmadan gözlerimi kapattırmış, arkamı döndürmüştü. Sonra dönebilirsin demiştin. Döndüğümde Leyla’nın üstündeydi. “Bak o kadar kötü bir şey olsa, ben kız kardeşime yapmam” demişti.
Ailenden yardım istemeyi düşündün mü?
Babamın beş yaşlarımdayken beni asmaya çalışmasından sonra … Şimdi bir suçun olmadığı, başkasına da zarar vermediğin bir durumda böyle bir tepkiyle karşılaşınca, tecavüze uğradığın durumda neyle karşılaşacağını bilemezsin. Söylersem babam beni öldürür. Cevdet’e yine kimse bir şey yapmaz. Artı onun tehditleri de var. “Kız kardeşine de yaparım, erkek kardeşine de yaparım”. “Kimse bana dokunamaz. Kaç yıldır buradayım ben. Kimse sana inanmaz.”… Çocuksun. “Benim sözüm mü onun sözü mü?” diye düşünüyorsun? Artık mahallede de durmuyorsam. Sonrasında bilincimde o bölümü kapatmayı seçmiş. Tam olarak ne zaman unuttum onu da hatırlamıyorum.
Yazları dayımlara giderdik. Bazen on beş gün kalırdık. Bütün kardeşlerimle beraber. Kaldığımız yerde; bir oda, on beş metrekare. Dört tanede onların çocukları var. Kucak kucağa yatıyoruz, kızlı erkekli. Orası bana saray yavrusu gibi gelirdi. Tek başıma yatıyormuşum gibi gelirdi. Rahattım, huzurluydum. O yüzden yazın gelmesini iple çekerdim.
Nasıl sonlandı istismar?
Bir yıl kadar devam ettiğini biliyorum. Ama kaç defa olduğunu hatırlamıyorum. Dört, beşten fazla olduğuna eminim. Bu konularla ilgili bir şey izlerken, okurken yaşadıklarımla ilgili görüntüler canlanıyor kafamda. Her seferinde benim üzerimde farklı bir kıyafet var. Ya evin farklı bir odasındayız… Veya onun üzerinde farklı bir kıyafet var… Yani bunlar herhalde bana zihnimin oyunu değildir diye düşünüyorum. Bunlar bana o dönemle ilgili anılardır diye düşünüyorum. O yüzden sayısı fazladır diye tahmin ediyorum. Ama kaç farklı kıyafet veya farklı yerde gördüm kendimi bilemiyorum. Dokuz yaşında kesildi. Kesildiğini nereden biliyorum?.. Bir arkadaşım vardı, babamın amcasının oğlu. Ayakkabı boyuyor, simit satıyordu. Anlatmamıştım ona yaşadıklarımı. Bana bir gün “sen sandığı alırsın, ben de simit satarım” dedi. Mahalleden o şekilde çıktım.
Bu adamın başkalarını da istismar ettiğini de anlatıyorsun?
Benim bildiğim biri var ama bizim mahalleden değil. Başkasına yapmış mıdır bilemem? Mahalleden bir arkadaşa yaşadıklarımı anlattım. Kimin yaptığını, nerede yaşadığını söyledim. Benden geldiğini bilmeden bir şekilde kontrolünü yapar mısınız dedim? O bölgede oturan temsilciniz varsa…O da oradan birkaç kişiyle konuşmuş. Gelen cevap beni şaşırttı. Hem de kızdırdı. “Biz yıllardır zaten o tarafa çocuğumuzu göndermiyoruz.”… Toplumun bu ikiyüzlülüğü, iğrençliği beni kızdırdı. O yüzden bence mahallede başkaları da vardı. Ve bunu bilen aileler de vardı. Çocuklarının adı kirlenmesin diye susan aileler de olduğunu eminim.
Bazen düşünüyorum, kardeşleri biliyor mu acaba? Arkadaşım Yusuf kalp krizinden öldü. Erken yaşta öldü. On sene oldu. Cenazesine gidememiştim. Cenazesine gitsem belki on sene önce hatırlayacaktım. Emekli olalı bir yıl olmuştu. Üç katlıydı evleri. Bir katta Yusuf ailesiyle kalıyordu. Bir katta Cevdet ailesiyle. Bir kattada Yusuf’un babası. Yusuf vefat ettikten sonra kadın çocuklarını alıp gitti. Kiraya çıktı. Kiraya vermedi kadın o evi. O ev hala boş.
Bugünden geriye baktığında yaşadığın istismarın sonraki hayatını etkilediğini düşünüyor musun?
Dokuz yaşında mahalleden ve evden çalışmak için dışarıya çıkmaya başladım. Sosyal yönümü gelişti aslında. Çalışmam maddi ihtiyaçtan değildi. Simit sattım. Pazarlarda çalıştım… Ben mahallede kalmamak için dışarıda başarılı olmak zorundaydım. Tüm arkadaşlarımla o sokakta oynarken… Çocuk olamadım. Çocukluk ve ergenlik yaşamadım. Millet ergenlik problemleriyle uğraşırken ben trenlerde seyyar satıcılık yapıyordum. Kırk elli yaşındaki adamlarla dişe diş rekabet ediyordum. Çünkü kendini kanıtlayıp orada yer edinmen gerekiyordu. Kovaladılar beni. Çantamı attılar, trenden aşağı indirdiler…
Normalde bir insanla çok rahat iletişime geçebiliyorum. Sıradan bir insanla tanışıp onunla sohbet edebiliyorum ama bu duygusal bir boyuta geçecek olduğunda… Özellikle kadınlarla ilişkilerimde… Ya engelimi söylüyordum, ya beni beğenmez diyordum. İçten içe belki de yaşadığım istismarın veya tecavüzün beni bir şeylerden eksik bırakması… Artık orasını bilemiyorum, kendimi geri çekiyordum. Erkeklerin sohbetleri vardır. Kendi aralarında cinsellikle ilgili, seksle ilgili. Onların anlattıkları hiçbir şey bana tanıdık gelmiyordu. İstekler, arzular, mastürbasyonla ilgili anlattıkları… Hiçbiri, onların dedikleri gibi değildi bende. O da doğal olarak erkek olarak kendime güvensizlik… Karşı cinse istediğini veremeyeceğini düşünme… Mesele doksanbeş yılında akşam lisesinde okuyorum. Çok sevdiğim bir tane kız vardı. Sevdiğim demeyeyim aşık olduğum… Bir an vardı. O da itiraf etti. Tam söyleyeceğim, bir an söyleyemedim ben. Sonrasında kadınlara çok öfke duyduğum bir dönem oldu. Kadınlar güvenilmez. Saf sevgiyi hak etmiyorlar diye düşünüyordum. Yaptığım işten de kaynaklı çevremde çok kadın vardı. Böyle bir sekiz dokuz ayım var benim. İlişkide hiçbir kriter aramadığım, kadınlardan bir nevi öç aldığım bir dönem.
Yaşadığın travmatik olayı nasıl hatırladın? Yüzleşme sürecin nasıl başladı?
Pandemi süreci… Mahallemizde zincir marketler her yerde olduğu gibi bizim mahallemizde de var. Hemen hemen onun evinin tam karşısında bu market. Ben o dönem kızımla yaşıyorum. Kızım üniversite sınavlarına hazırlanıyordu. O yüzden markete ben gidiyorum. Gittim bir şeyler alacağım. Sebze reyonu kapının dışında. Orada gördüm. Bir an durdum… Arkamda bir acı hissettim. Arkama döndüm. Bir yere mi vurdum kendimi, birimi çarptı diye? Kimse yok, arkam boş. Sonra hiçbir şey almadan eve döndüm. Geldim odama kapandım. Ne olduğunu anlamaya çalıştım ilk önce… Sağlam bir ağladığım. Ne olduğunu anladığım an ağladığımı hatırlıyorum. Ama öyle bir yarım saat bir saatlik değil iki üç saati belki de daha fazla ağladım. Dövündüm, kendime vurdum. Duvara yumruk attığımı hatırlıyorum. Evden bıçak alıp geri çıkmayı düşündüm. En kötü marketin orada ev yolunda yakalarım diye düşündüm. Sonra kızımı düşündüm. İki üç gün çıkmadım evden dışarı. Hiç çıkamadım. Sonra ki günler biraz daha aşağıda bir market var. Caddeden değil arka sokaklardan yürüyerek, daha uzaktaki markete gittim. Belli bir dönem minibüsle daha uzaktaki markete gittim. Onunla tekrar karşılaşmamak için…
Sonra arkadaşlarıma anlatmaya başladım. Bazıları arkadaşlarım benimle iletişimini kesti. O sırada senin röportajın yayınlandı… Deli gibi seni aramak istiyorum. Çünkü şey diyorum, arkadaşıma anlatıyorum, üzüldüğünü görüyorum ama aradığım o değil. “Acını hissediyorum” diyor ama bana öyle gelmiyor. Arkadaşlarımın samimi olduklarına eminim ama bende tam karşılığını bulmuyor. Beni anlasa anlasa Meliha anlar ama Meliha’nın da derdi benden büyük… Ben ona nasıl ulaşayım? Sonra mesaj attım sana.
Terapiye başladığım süreç evde tamamen yalnız olduğum bir süreçti. Çok iyi geçmediğini söyleyebilirim. Kendimi çok berbat hissettiğim, bunun altından kalkamayacağımı hissettiğim…Gün içinde iki üç defa intiharı düşündüğüm bir dönem oldu. Artık haftanın bir veya iki gün uyuyordum. Geri kalanında uykusuzdum. Bünyemde sarsılmaya başlamıştı. Düzgün düşünemiyorum, dikkatim dağılıyor. Ev rezalet. Öyle bir dönem oldu… Bu durum terapistim ve psikiyatristimle paylaşana kadar sürdü. Terapist, psikiyatrist görüşmelerim başlayınca hemen ilaca başlandı.
İlk başlardaki hissettiğim şey bir acı ve bir ağırlığın altında ezilmişlik. Yani sekiz yaşındaki çocuğun hissini, elli yaşında hissettim. Aynı şekilde eziliyordum. Bir şey var, üstümde bir ağırlık var. Ve arkamda bir acı. Daha terapiler başlamamıştı. Evde de tek kalıyordum. Haberlerde gene böyle bir şey mi ne? “Hayır yapma!” diye bağırırken buldum kendimi. İlk başlarda bunları daha çok hissediyordum aslında. Canımın yandığı, ezilme hissi, ağlama, korunma ihtiyacı… Aklıma geldi mi zaten oturamıyordum bir iki saat boyunca mesela. Benzer bir şey izlediğim zaman falan oturarak izleyemiyorum mesela bazen.
Adam çok canımı yakıyordu çünkü. Hatırlıyorum bir seferinde çamaşırım kan oldu, çıkardı kardeşinin çamaşırını verdi… Başka bir seferde çamaşırımı sobada yakmıştı… O dönem şunu yeme ishal olursun dedikleri yiyecekler vardır ya. Ben hep onları yiyordum, en azından tuvaletimi yaparken canım yanmasın diye. Ve neredeyse o sene boyunca hep ishaldim. Kilo verdiğimi hatırlıyorum. Annemin kilo vermemle ilgili endişelendiğini biliyorum. Çok sağlıklı bir çocuk değildim zaten. Ama bir kere bile doktora götürmediler beni.
Bu sürece, yüzleşme diyebilir miyiz onu bilmiyorum. Kendim haricindeki kimseyle yüzleşmedim. Kendi sürecim hala devam ediyor. Bir buçuk sene oldu aşağı yukarı. Kırk sekiz yaşındaydım süreç başladığında. Otuz dokuz sene bunu gömmüşüm. Bilinçaltına gömmüşüm. Herhalde bu şekilde zihnim, bundan kurtulabileceğimi düşündü. Çünkü adamla markette karşılaşana kadar hiçbir şey hatırlamıyordum. Hatırladıktan sonra çocuklarla ilgili olumsuz haberlere verdiğim tepkimle şimdiki tepkimde aynı değil mesela. Öncesinde sadece kızma, öfkelenme ve acıma duygusuyla bakıyordum, haberi gördüğüm zaman. Şimdi empati kuruyorum. Acılarını hissediyorum. Hani genelde söyleriz ya “Acını hissediyorum, seni anlıyorum…” Bu olayı yaşamamışsak anlamıyoruz aslında. Ne kadar anlıyoruz desek de… Şimdi çocuğun ne hissetmiş olabileceğini veya neler çekmiş olabileceğini düşünüyorum. Üzülüyorum artık acıma duygusu değil. Hayatı boyunca neler yaşayabileceğini bildiğim için. Ne zorluklarla karşılaşabileceği bildiğim için… Ya unutacak benim gibi ya da belli bir zamanı geldiğinde zihni, ben bundan sağlam çıkarım, galip çıkarım dediği zaman hatırlayacak. Ya da hiç unutamayacak, o travmayla hayat boyu mücadele edecek. Hem kendiyle hem de toplumla barışık olamayacak.
Kızınla konuşmaya nasıl karar verdin?
Kızımın annesiyle ilişkisi kötüydü. Annesinin de yaraları var. Şimdide çok sağlıklı bir hayat sürmüyor. Sağlıklı kararlar alamıyor. Yeri geliyor bazen ebeveyn kızım oluyor annesine. Kızımın bana güvendiğini de biliyorum. Bunu kendisi de ifade etti “Benim hayattaki en büyük güvencem sensin.” Şimdi böyle bir şey söyledikten sonra sen de ona gidip “Güvendin dağ yıkılabilir bir gün” diyemezsin. Hemen anlatamadım kızıma.
Kızım geçen yıl başka bir şehirde üniversiteye gittikten sonra müthiş bir gelişme gösterdi. Olgunlaştı. Tek başına kendi ayaklarının üzerinde durması… Özgür yaşam, kızımın kendine güvenini yükseltti. Okulun ilk senesinden sonra kızım geldiğinde, “kızımdan bir şey saklamamalıyım” dedim. O bana güveniyor, ben de ona güvenmeliyim. Eğer bir şey de olursa beraber toparlarız, fikri oluşunca… Bir gün, “Baba sen her salı nereye gidiyorsun?” deyince, “Terapiye gidiyorum” dedim. “Ne terapisi?” “ Hazır hissettiğimde anlatırım” dedim. Oradaki bir lafı beni cesaretlendirdi. “Anlatmak istediğin için anlat. Ben merak ettiğim için anlatma ve hazır hissettiğini de ne söylersem ben dinlemeye hazırım de, ne olursa olsun”. Bu şaşırttı ve cesaretlendirdi beni. “ Kendimi hazır hissediyorum ama bana güvenin, zedeleyeceğine dair endişelerim var.” dedim. “ Ne olursa olsun insana güvenim zedelenmez” dedi, beni de cesaretlendirdi. Anlattım.
Bir durdu. Baktı şöyle… Geldi boynuma sarıldım. Hiçbir şey söylemedim. Tabii o hareketi beni duygulandırdı. Ben ağlamaya başladım. O ağlamaya başladı. Birbirimizin omuzunda… Sonra döndü. “ Sana güvenim iki katı arttı. Çünkü daha önce ki yaşadıklarınıda biliyorum. Onlardan sağlam çıktığını biliyorum. Bundan da sağlam çıktığını görüyorum . Sen şimdi daha da yıkılmaz geliyorsun bana”. Sonra yanaklarımdan öptü. Ellerimi öptü. “Sana teşekkür ederim bana güvendiğin anlattığın için. Anlatmasaydın o zaman üzülürdüm. Bana güvenmediğine inanırdım. Sen benim için daha da yıkılmaz bir dağsın. Her zaman yanındayım.” dedi.
Yaşadıklarından dolayı hiç kimsenin seni yargılamayacağı, seni sonuna kadar destekleyeceği bir dünyada olsaydın ne yapmak isterdin?
Bağıra çağıra ne yaşadığımı, kimin bana ne yaşattığını söyleyebilmeyi isterdim. Ama öyle bir dünyada öyle bir ülkede yaşamadığımız için… Beni çok iyi hissettireceğine eminim.
Senin ekleyeceğin bir şey var mı? Başka söylemek istediğin?
Bugün terapistimle de konuştum. Şunu arıyor insan bazen. Sende de oldu mu bilmiyorum? Nedeni niçini? Neden ben? Niye beni seçti? Neden? Ben mi bir şeyi yanlış yaptım? Ben mi yanlış anladım? Bu sorgulamayı yaptığın zaman… Bu hafta bir gün yine bu sorgulamayı yapınca gece uyuyamadım. Yatağın içine döndüm durdum. Kalktım. Sigara içtim. Yattım. Kalktım. Bir şeyler içtim, duşun altına girdim. Bir türlü uyuyamadım. Kırk sekiz saat uyuyamadım. O kısım hala beni geren yeri geldiğinde öfkelendiren, öfkemi neye yansıtacağımı bilemez hale getiren… Bazen kendimi suçluyorum. Bazen adama kızıyorum. Bok vardı o gün karşıma çıkacak diye. O zaman bunu yaptım. Bir de karşıma çıktın ikinci kez yaşattın bunu bana. Bok vardı o gün market gelecek. Bazen sekiz dokuz yaş arasındaki yaşadıklarımı yaşamamış olmayı diliyorum… Bazen de hatırlamadığım zamanda olmak istiyorum. Ama hayat maalesef öyle devam etmiyor işte.