“Biliyoruz! Hepimize bir şeyler yaptığını. Biliyoruz ama kime ne kadar, ne yaptı onu bilmiyoruz. Onlar hep muamma… Geçen aklıma bir şey geldi. Benim bir küçük kız kardeşim var. O kız kardeşim mesela ağlıyordu. Hüngür hüngür ağlıyordu. Neden ağladığını sorduğumuz zaman da “Ben annemin çocuğu değilmişim, ben Hafize ablamın çocuğuymuşum…” Bizden büyük olan bir ablamız var. O bize böyle annelik yapardı gerçekten. Annemiz gibiydi. Geçen o olay geldi aklıma. Acaba dedim öyle bir şey olma ihtimali var mı? Oturdum böyle hesap yapıyorum…”
Önce seni tanıyabilmemiz için yaşadığın evi, aileyi, mahalleyi anlatır mısın biraz?
Benim çocukluğumun geçtiği mahalle, varoş tabir edilen mahallelerden. Kadifekale. İzmir’in işte Küçük Mardini olarak tanınıyor. Insanların bildiği daha çok Mardinlilerin, Kürtlerin yaşadığı gerçi benim çocukluğumda sadece Mardinliler yoktu. Orada Giritliler de vardı, Konyalılar da vardı. Kozmopolit bir yapısı vardı o zaman. Daha çok gelir düzeyi düşük olan insanların yaşadığı bir yer. Bizimkiler Mardin’den göçtüklerinde oraya yerleşiyorlar. Sene yetmişüç falan… Yetmiş üçte ben doğmuşum. Kadifekale’de doğmuşum zaten. Orada oturuyoruz . Benim ailem kalabalık bir aile. On kardeşiz biz. Bir tane abim var. Geri kalan kardeşler hep kız. Ben evin sondan dördüncü çocuğuyum. Yani küçüklerinden biriyim. O yüzden bizim biraz şey şansımız var. Taciz olayları açısından şansımız var. Çünkü ablalarım hep bizi korumaya alıyorlardı. Ablalarım kendi başlarına gelen şeylerden dolayı bizi korumaya aldıkları için biz daha az maruz kaldık. Ben iki defa taciz yaşadım. Ikisinde de uykudaydım… Ondan sonra uyanınca zaten hemen bırakıp gidiyordu. Uyanınca bırakıp gitti. Devam etmedi. Iki defa yaşadım…
Babam Melle. Kürtler arasında Melle olarak tabir edilen yani hoca. İmam nikahı kıyar, ondan sonra şeriat yasalarını, Kuran’daki bütün yasaları uygulayan kişi. Toplum içerisinde hakim rolünde bir insan. Annem tekelde çalışan bir işçi. Babam da tekelde çalışıyordu. İkisi de işçiydi. Bizimkiler daha çok tekelde çalışarak gelirlerini sağlıyorlardı. Ama babam mesela nikah kıydığı zaman ya da işte başka dini görevleri yaptığı zaman oradan da bir gelir elde ediyordu. Ufak çaptada olsa… Köyde bizimkilerin arazileri, tarlaları, şeyleri çok. Mardin’de. Yani maddi durumumuz çok iyi değildi ama çok kötü de değildi. Öyle orta halde bir aileydik yani. Maddi olarak.
Biraz kendi yaşadığın ve evde diğer çocukların yaşadığı taciz ve istismarları anlatır mısın?
Herkes birbirinin yani bütün kardeşler birbirimizin yaşadığı şeyleri biliyoruz ama detayları bilmiyoruz. Yani detaylar konusunda… Ne yaptı?… Bana ne yaptı? Onlara ne yaptı? Ben söyledim bana ne yaptığını ama onlar mesela söylemediler. Sadece dokundu mu yoksa başka şeyler de yaptı mı bilmiyorum. Bana dokundu. Dokunduğu anda da uykudan uyandığım zamanda çekip gitti. Demek ki çok pervasız ya da çok cesaretli değildi diye düşünüyorum. Ama ablalarım konusunda özellikle İzmir’de yaşayanlar… Bizim ailenin yarısı Mardin’de dünyaya geliyor. Mardin’de o köy ortamında onların daha fazla şey yaşamış olma ihtimali… Hala böyle hep kafamı kurcalıyor. Ama sormaya cesaret edemiyorum. En büyük ablamla bu konularda konuşmalarımız oluyor ama “Sana ne yaptı?” diye soramıyorum. Diğer ablalarımla zaten gündem bile olmuyor. Biliyoruz! Hepimize bir şeyler yaptığını biliyoruz ama kime ne kadar, ne yaptı onu bilmiyoruz. Onlar hep muamma… Geçen aklıma bir şey geldi. Benim bir küçük kız kardeşim var. O kız kardeşim mesela ağlıyordu. Hüngür hüngür ağlıyordu. Neden ağladığını sorduğumuz zaman da “Ben annemin çocuğu değilmişim, ben Hafize ablamın çocuğuymuşum…” Bizden büyük olan bir ablamız var. O bize böyle annelik yapardı gerçekten. Annemiz gibiydi. Geçen o olay geldi aklıma. Acaba dedim öyle bir şey olma ihtimali var mı? Oturdum böyle hesap yapıyorum. Hafize ablamın yaşıyla falan… Acaba Hafize ablam böyle bir şey yaşadı da onun sonucunda Saliha kardeşim dünyaya geldi. Merak ediyorum ama kimseye sormaya da cesaret edemiyorum. Gidip Hafize ablama sorsan bunu.. Hafize ablam çok dindar böyle. Sohbetlere giden, tarikatlara giden bir kadın… Şimdi ben gidip ona sorsam bana kızacak büyük olasılıkla. Belki de cevap vermeyecek. O yüzden cesaret edemiyorum sormaya. Sorup öğrensem ne olacak onu da bilmiyorum ama hep merak ediyorum. Acaba Behiye ablama şunu yapmış mı? Acaba abime de?…Çünkü erkek çocuklarına da mahallenin erkek çocuklarına da yöneldiğini biliyoruz. Hatta en büyük ablama sordum bir gün. Telefonla konuşuyoruz. “Behiye abla acaba abime bir şey yapmış olabilir mi?” Kız çocuklarında kızlık zarı meselesi nedeniyle kızlardan ziyade erkeklere daha pervasızlarmış gibi geliyor. Behiye ablam da “Ben onu koruyordum” dedi. Behiye ablamın hikayesi de çok ilginç. On üç yaşında, onu zorla evlendiriyorlar. Annem zorla evlendiriyor. Kendi akrabasıyla. Ablamdan otuz yaş büyük olan bir adamla. Bedriye ablam da diyor ki, annem diyor beni zorla evlendirdi babam evlendirmek istemiyordu diyor. Sorguluyorum. Neden zorla evlendirdiler?… Annem belki bir şey yapamıyor. Babamı engelleyemiyor. Babamı engelleyemediği için de … Behiye ablamı evden çıkartmak için konu komşuya rezil olmayalım diye zorla evlendiriyor. Geçen gün annemi çok sıkıştırdım. Annem de doksan küsur yaşında… Onunla da yüz yüze görüşemiyoruz. Telefonla konuşuyoruz. Anneme dedim “Anne köyde neler yaşandı? Neden Behiye ablamı zorla evlendirdiniz?” dedim. “ Babam ona bir şeyler yapmasın diye mi? O yüzden mi evlendirdin?” Annem ben o konuları açtığım zaman çok üzülüyor. “Ben o zaman bilmiyordum. Öyle bir şey olduğunu bile bilmiyordum…” Bizi taciz ettiğini bilmediğini söyledi. Dedim “Anne sen biliyordun. Sen bunları biliyordun ama elinden bir şey gelmiyordu belki de… O yüzden de zorla Behiye ablamı evlendirdin. Onu yapabiliyordun belki ancak, onu yaptın. Annem diyor ki “Benim hiçbir haberim yoktu öyle bir şeylerden…” Ben dedim ki anne ben daha önce senle bir konuşma yapmıştım, babam öldükten sonraydı. Yani sen neden bu adamla hayatını devam ettiriyordun? Neden bize böyle şeyler yapmasına, bizi taciz etmesine göz yumuyordun? O da şey dedi “Ben onu birkaç kere sıkıştırdım. Babanı. Çocuklara böyle yapıyorsun.” İşte ağladı. “Ben kendime mani olamıyorum. Kendimi engelleyemiyorum” diye ağlamış babam. Bir tek bize değil ki. Sokaktaki mahalledeki çocuklara da yöneliyordu. Şimdi ben böyle düşündüğüm zaman mesela annemin o söylediği şeyi de unutmuyorum. İki bin dokuz yılında babam öldü. İki bin dokuz yılından sonraki bir görüşmemizde ben anneme hesap sormuştum. O zaman da öyle demişti bana. Baban ağladı, işte ağlıyordu. Ben kendime mani olamıyorum, engel olamıyorum diye ağladı demişti. Öyle olunca da diyorum ki bu adam ciddi anlamda tedavi olması gereken bir durumdaydı belki de. Belki çocukluğunda kendisi de bir sürü şeyler yaşadı. Belki de onları taklit ediyordu. Bilmiyorum. Bu hastalık Yani bu hastalık nasıl ortaya çıkıyor onu da aslında sorgulamak gerekiyor. Bunu yapan insanların kendi çocukluklarında bunu yaşamış olacaklarını düşünüyorum.
Peki kendini nasıl hissettin, baban bunu sana yaptığında?
Bana yaptığı zaman sinirlendim. Hem korktum hem sinirlendim. O olayı yaşadığım anda zaten böyle ellerini ittirdim herhalde. Ondan sonra çekti gitti. Sonra ben yaşadığım şeyleri anneme söyledim. Ondan sonra ortalıkta avaz avaz bağırdım abimle bir kavgada. Babam bana yönelmeden önce gerçi ben bilmiyordum babamın böyle şeyler yaptığını. Bana yöneldikten sonra ben kendim yaşadıktan sonra işte benim babam sapık, onu o şekilde… Kendi aramızda onun sapık olduğu gerçeğini kabul ettik. Sapık ve bizim kendimizi ondan korumamız gerekiyor.
O dönem evin içinde ilişkieriniz nasıldı?Ailenin birbiriyle ilişkisi nasıldı?
Birbirimize çok severdik, koruyup kollardık. Kendi aramızda kavgalarımız da olurdu. Aile içerisinde genel olarak şey vardı. Hep böyle bir stresli ortam, hep böyle bir gerilimli ortam, hep bir dayak, hep bir bir şiddet… Sokağa çıktığımız zaman o ev ortamından uzaklaşmış olurduk. Sokaklarda mutluyduk…
Çocukluğundan hatırladığın güzel şeyler ne diye soracak olsan…Akşamları birlikte yemek yediğimiz zamanları severdim.Sabah kahvaltılarında birlikte oturmamızı severdim. Her şeye rağmen… O çocuk yani o kadar dayağa rağmen, o kadar yaşadığımız şeylere rağmen… Bir de ablalarım bize annelik yaparlardı. Büyükler küçüklere annelik yapardı. O da mutlu ederdi beni. Ablalarımın bizi koruması… Abimin bize babalık yapması… Abinin garip bir rolü var. Bir yandan babamın yaptığı pisliklerin açığa çıkmasını istemiyor. Bir yandan bizi korumaya çalışıyor. Babamı korumaya çalışıyor. Çocukken her türlü ihtiyacımızı alırdı abim. Kazandığı bütün parayı bize harcıyordu. Babalık görevini o yapıyordu aslında.
Aile kalabalık olduğu için iki kuşak var bizde. Büyükler hep küçüklerin anne babasıymış gibi dururdu. Herkes biz çocukken abimi, ablalarımı bizim anne babamız sanarlardı. Babamı da bizim dedemiz sanarlardı.
Evden nasıl çıktın? Yani o evden nasıl kurtuldun?
Evden şöyle kurtuldum. Üniversite sınavına girdim. Üniversitede Denizli’yi kazandım. Özellikle şehir dışı istemedim aslında. Abim ambargo koymuştu. Kesinlikle şehirdışını yazmayacaksın. Ben Manisa Demirci’yi yazmıştım. İzmir’e yakın olduğu için oraya gidip gelmeyi düşünüyordum. Kodlama hatası yaptığım için Manisa Demirciyi değil de Denizli Demirci tutmuş. Beni göndermeyecekleri için ben oraya bile gidip gelmeyi hesaplıyordum. Her gün üç saat gidip üç saat geri gelecektim. Abim göndermeyeceğini söyledi. Babam, kesinlikle göndermeyeceğini söyledi. Gideceğim, dedim. Zaten liseden iki yıl sonra kazanmıştım üniversiteyi. Gideceğim, yani engel olamazsınız… Abim “Bacaklarını kıracağım! Gitmeyeceksin” dedi. Bacaklarımı kırarsan sürüne sürüne gene gideceğim” dedim. Engel olamazsınız. Ama dedim cesaretin varsa öldürürsün. Öldür, o zaman gidemem zaten dedim. Ona da cesaret edemedi.
Evin içinde, dışında bir sürü cinsel istismar oluyor.Bunlar biliniyorda. Kimse babanı durdurmak için bir şey yapmadı mı?
Bizim bakkal dükkanımız vardı. Babam da bakkal dükkanında duruyordu. Oraya bakkala gelen çocukları taciz ediyormuş. Ben üniversiteye gittikten sonra bir olay olmuş. Bana anlatıldı. Behiye ablam anlattı. Behiye ablam dedi ki “Kadının biri eve gelmiş kavga etmeye. Babam çocuğun birini taciz etmiş ve çocuğu gidip annesine söylemiş. Annesi de gelmiş bizim evin önüne “Benim çocuğuma nasıl?…” bayağı bir kavga kıyamet kopmuş. Ama herhalde kadın irdelemedi ya da arkasını getirmedi. Nasıl oldu? Nasıl kapatıldı bilmiyorum. Kapatılmış demek ki iş ayyuka çıkmamış.
Burada babanın oradaki konumu statüsünün de etkisi var herhalde?
Bilmiyorum. Yani yaygın bir şekilde ve bu kadar rahatça yapabilmesi… İnsanlar artık kabulleniyorlar mı ne yapıyorlar bilmiyorum?… Kadın herhalde olayı daha fazla uzatmamış. Ama gelmiş bir kavga kıyamet kopmuş. Onu da Behiye ablamdan duydum. Behiye ablam da hep annemi suçluyor. Babamdan çok annemi suçluyor. Onda öyle bir eğilim var. Ben mesela yaşadıklarımızdan dolayı hiç kimseyi suçlama eğiliminde değilim. Hiç kimseyi de suçlamıyorum. Geçen… Benim ablalarımdan bir tanesi de doktor. Onunla konuşuyoruz. Bu konular gündeme geldi. Hatta senin kitabından falan bahsettim. “Okumak ister misin?” dedim. “Hayır! Okumayacağım! Zaten psikolojim iyi değil, iyice kötüleşecek” dedi. Kabul etmek istemedi… Ben şey dedim “Bu bir hastalık. Kimseyi suçlamıyorum. Ne annemi suçluyorum, ne babamı. Bunlar yaşandı, evet. Bizim psikolojimizi mahvetti. Çocukluğumuzu berbat etti. Ama kimseyi suçlayamıyorum. Babamı da… O da kim bilir neler yaşadı ki…Bir hastalık bu ve tedavi olması gerekiyordu. Tedavi olmadığı için de bunları bize yaşattı. Artık önemli olan biz kendi çocuklarımıza bazı şeyleri yaşatmayalım. Bunun bilincinde olalım.” Ablam kızdı “Hayır!” dedi. Doktor olduğu halde bir hastalık olduğunu kabul etmiyor. “Bu bir hastalık değil! Onu hastalık olarak gördüğün zaman hoş görmüş olursun! Mazur görmüş olursun!” Ben dedim, hayır mazur görmüyorum ya da kabullenmiyorum ama bunun bir hastalık olduğu da bilimsel bir gerçek değil mi yani? Bence o bir hastalık. Bazı durumlarda… Ama engellenemez bir şey değil. Tedavi gerektiren bir durum. Yaptığım araştırmalar sonucunda onun bir hastalık olduğunu biliyorum ve bunu kabulleniyorum. Dolayısıyla A kişisini, B kişisini, C kişisini suçlamanın kimseye bir faydası yok. O yüzden hani…Babamın geçen bayramda mezarına gittim. Ablam bana kızdı. “Niye gittin mezarına?” Dedim, gittim çiçekler vardı, su verdim. Bize yaşattıklarından dolayı onu affettiğimden değil. Kötü bir rüya görmüştüm. O rüyamı Behiye ablama anlattım. Ben Behiye ablamla daha çok konuşuyorum bu konuları. Ama o… Mesela okumamış. Okuma yazmayı bilmiyor. Öyle olduğu halde onunla daha rahat konuşabiliyorum. Diğerleriyle o kadar rahat konuşmuyorum. Dedim ki “Bak böyle böyle bir rüya gördüm.Rüyamda babamı gördüm…Böyle bir yerde oturmuş.Beni yakalamaya çalışıyor falan… Rüya beni çok etkiledi.” Behiye Ablam “ Mezarını ziyarete git” dedi. Behiye Ablam git dediği için gittim. Düşman olarak görmüyorum. Sonuçta ne ne yaşadıysak yaşadık ama bu bizim babamız olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Dolayısıyla mezara da giderim, mezara su da dökerim. Hatta çocuklarımla beraber gittim. Eşimde geldi. Yani… Kendimi rahatlatmak için, kendim için yaptım onu. Başkası için değil.
Gördüğüm kadarıyla aile bireyleri bu konuları konuşmaktan kaçınsada sen bu sorunla yüzleşmeye çalışıyorsun ve yüzleşiyorsun…
Ben liseye giderken abim üzerimizde çok baskı uyguluyordu. Evin erkek çocuğu biz dokuz kızın namus bekçiliğini yapmaya çalışıyordu. Dışarı çıkmamıza izin vermiyordu, hava karardıktan sonra dışarıda olursak kıyameti koparıyordu. Babamdan çok abim namus bekçimizdi. Lisedeydim o zaman abimle bir kavga kıyamet koptu. Biz dışarıda dondurmayı yalayarak yiyormuşuz. İşte “Siz fahişe misiniz orospu musunuz? Sokakta dondurma yenmez!” Abim de sözüm ona seksen döneminin solcularından. Ondan sonra ben kavga sırasında şey yaptım. Odanın birine barikat kurdum. Benim genel kişilik özellikliğim böyle asi, dik kafalı… Kafaya koyduğunu yapan… Doğuştan öyle yani. En ufak bir şeyde haksızlığa uğradığımda, bir şeye maruz kaldığımda hemen kıyameti koparırım. Babam bizim saçlarımızı keserdi mesela. Beğenmezdim ben babamla kavga ederdim. Abime o kavgada şey dedim, “Sen bize namus bekçiliği yapacağına…Evin içinde senin baban bize neler yapıyor…Sen onu engelle ilk önce…” O zaman abime söyledim bunu. Avaz avaz bağırarak söyledim. Abim tabi çok sinirlendi. Kapıyı da açamıyor, bana ulaşamıyor. Ben odadayım. Açtım ağzımı, yumdum gözümü. Komşular da duyuyorlar benim söylediklerimi ama umurumda bile değil. Senin dilini keseceğim dedi. Ben dedim ki kesemezsin dedim. Ya da ister ne yaparsan yap dedim. Öldürsen bile dedim. Ben bunları söyleyeceğim dedim.
Böyle bir ailede yaşayan bir genç kız olarak nasıldın?
Lise bittikten sonra dershaneye giderken politik çalışmalara katılmaya başladım. Sonrasında da benim hayatım artık onlar içerisinde şekillendi. Ailemle yine görüşüyordum, yine iletişim halindeydim ama artık babamın bize yaptıkları, ettiklerini çok sorgulamıyordum onları. Yani benim hedefe çaktığım şey başkaydı artık. Yani düşman olarak gördüğüm şey başkaydı. O yüzden dedim ya o daha o zamandan itibaren de ne annemi ne babamı, ne başka birini, ne abimi, hiç kimseyi düşman olarak bellemedim yani.
Bu konuyla ilgili psikolojik destek aldın mı?
2011’de ben böyle çok kötüydüm. Depresyon mu desem?… Tiroid rahatsızlığım da o zaman açığa çıktı. Böyle çalışabilecek gücüm, parmağımı kımıldatacak halim kalmamıştı. Çok kötüydüm. İş yerinde baygınlık gibi bir şey geçirdim… Ne yapacağım, ne edeceğim diye düşünürken aklıma Vakıf geldi. Oradaki psikoloğu aradım. Psikiyatrist depresyon, bir de travma sonrası stres bozukluğu tanısı nedeniyle bana iki tane ilaç verdi. Psikiyatristle çocukluğumda yaşadığım şeyleri paylaşmak aklıma gelmedi. O da sormadı zaten. Ne cinsel istismar ne fiziksel şiddet… Babam çok korkunç şiddet uygulayan bir adamdı. Bizi sebepli sebepsiz döverdi. Çok döverdi.O kadar çok şiddet uygulardı ki bize, anneme … Çocukluğunda yaşadığın en kötü şey ne desen, en kötü şeyi ben, cinsel istismar diye söylemem. Uğradığım fiziksel şiddet o kadar korkunçtu ki, öbürü onun yanında solda sıfır kalıyor. Abim ayrı döverdi, babam ayrı döverdi.
Çocukluğa yönelik hiçbir şey konuşmadık evden çıktıktan sonraki dönemlerde yaşadığım travmalar ve şu an ailemde kendi yani çocuklarımla ve eşimle yaşadığım sorunlarla ilgili konuştuk. On bir yıl boyunca gittim. On bir yıl boyunca da onun verdiği ilaçları kullandım. Depresyon tedavisinde kullanılan bir ilaçtı bir tanesi. O ilacı da pandeminin başlangıcında ben bıraktım. Sonra tekrar kötüleştim. Tekrar ilacı başlattırdı bana. Uyku problemim…On iki yıldır, on üç yıldır devam ediyor. Geceleri uyuyamıyorum. Ertesi gün işe gidiyorum…Çalışıyorum. Rehabilitasyon merkezinde öğretmenlik yapıyorum. Çocuklarla ders yapmaya gücüm yok. Zaten dersteyken baygınlık geçirdim. Öğrencinin karşısında yığıldım kaldım. Son iki üç aydır bu hastalığımla ilgili daha çok yoğunlaştım bir şeyler yapmaya. Fizyolojik olarak da bazı şeyleri kendi vücudumda değiştirmek zorunda olduğumun farkına vardım. Tesadüf bir kitap elime geçti. O kitapta bağışıklık sistemiyle ilgili olan hastalıkların neyle bağlantılı olduğunu farklı bir bakış açısıyla ele alıyor. Okuyarak kendimde bazı şeyleri değiştirmeye çalışıyorum. Faydaları oluyor. Uyku problemimi ortadan kaldırırsam hayatımda büyük bir manivela olacak. Çünkü şu anda hayatı yüzde elli yaşıyorum, yüzde elli yaşamıyorum. Ben artık ömrümün sonuna kadar yüzde elli yaşayarak geçirmek istemiyorum.
Yardıma ihtiyacım var mı? Evet, yardıma ihtiyacım var. Tek başıma üstesinden gelemiyorum. Zorlanıyorum. Bazen tekrar umutsuzluğa kapılıyorum. O kitap bana umut verdi. Sen bu hastalıklarla yaşamak zorunda değilsin, umudunu verdi bana.
Becerebilirsem o kitapta öğrendiklerimle ilgili bir yayın yapmayı düşünüyorum.
Çocukluğunda yaşadıklarını çocuklarınla ve eşinle paylaşabildin mi?
Çocuklara herşeyi anlatmadım. Babamın başka kötü özelliklerini anlatıyorum. Bize ne kadar işkence ettiğini, nasıl zalim bir adam olduğunu falan. Onları anlatıyorum ama taciz boyutunu söylemedim. Eşime söyledim. Eşime ben yıllar önce söylemiştim. Hiç beni ciddiye almamıştı. O konuyla ilgili hiç konuşmamıştı. Ama senin kitabını okuduktan sonra… Röportajın falan izledikten sonra onda da biraz daha duyarlılık oluştu. Daha farklı dinledi beni. İlk söylediğimde “O sizi seviyordur” öyle şeyler söylüyordu. Bunun öyle olmadığını daha yeni yeni kabullendi. Daha önce duymamazlıktan gelmişti.
Farklı şeyler de sordum. Şimdi onun ailesi de tuhaf bir aile. Annesi kırk yaşında vefat ediyor. Şeker hastası. Eşim sekiz yaşında annesiz kalıyor. Babası gerçi bir yıl içinde evleniyor. Üvey anneleri oluyor. Bizde biraz belki paranoya gibi bir şey oluyor. Herkesin aynı o şeye maruz kalmış olabileceğini düşünüyorum. Sordum eşime “Senin ailende de o tarz şeyler oldu mu?” O olmadığını söyledi ama ben hala şüphe ediyorum. Ama bir yandan düşünüyorum adam evlendiğine göre hani bu annesi ölür ölmez bir yıl bile geçmeden evlenmiş. Evlendiğine göre diyorum çocuklarına yönelik öyle bir şey yapmamıştır.
Bütün hayatına dönüp baktığında ev içinde yaşananların seni nasıl etkilediğini düşünüyorsun?
Sapık bir babanın olduğu bir evde yaşamak da işin kötü bir boyutu. Ama fiziksel şiddet dediğim gibi daha çok öne çıkıyor. Çünkü çocukken çok fazla fiziksel şiddete maruz kalmış bir çocuğum ben.Yani beni nasıl etkiledi?… Mesela bana hırçın derler. Hırçın kız lakabını takmışlardı. Çok hırçın bir insanım. Çok sinirliyim, çok öfkelenirim, kızarım, bağırır, çağırırım… Ben kendim de şiddet uygularım. Mesela kendi çocuklarıma şiddet…Uygulamadım mı? Uyguladım… Hep pişman oldum. Yapmak istemediğim halde yaptım. Ezilenlerin Pedagojisi diye bir şey var ya. Belki de o! Kendi yaşadıklarımızı bir şekilde birilerine yaşatıyoruz ya da yaşatmak mı istiyoruz bilmiyorum… Öğretmenken mesela kendi öğrencilerime yönelik hiç böyle bir şeyde bulundum mu? Çok nadir bir iki tane olay var. Ama kendi çocuklarıma… Çok sinirli olmam, agresif olmam, hırçın kız olmam… Sevmiyorum ben o özelliklerimi. Ve mücadele ediyorum. Ben öyle bir insan olmayı istemedim. Bu hale getirildim belki de…
Yaşadıkların kendi kurduğun ailenle ilişkilerini nasıl etkiledi?
En başında güvensizlik… Hiç kimseye güvenemiyorsun. Toplum içerisinde bir söz var. “Babama bile güvenmem!” Şimdi ben bunu söyleyebiliyorum. Ben babama bile güvenmeyen bir insanım. Ben babama güvenmeyen bir insan olarak kendi eşime de güvenmem, çocuğuma da güvenmem. Değil mi? Öyle bir insan çıkıyor ortaya. Hiç kimseye güvenmeyen bir insan toplum içerisinde… Hiç kimseyle uzun süreli ilişki kuramayan… Kafanda hep bir şüphe; “Acaba bu bana nerede bir yamuk yapacak?” Sürekli bir tehdit altında… Hiç kimseye güvenmiyorum. Çok iyi insanlar var. Evet. Diyorum ki bu gerçekten iyi bir insan. İyi özelliklere sahip. Ama güvenmemem lazım. Hala da o moddayım. O moddan çıkmayı istiyor muyum? Evet isterim. İnsanlara karşı hep şüpheci olduğun zaman kaybeden taraf sen oluyorsun.
En yakının olan kendi çocuğunla bile bir ilişki kuramıyorsun. Ondan bile şüpheleniyorsun. Düşünsene, insan kendi çocuğundan bile şüphelenir mi?…
Her yerde kaybediyorum, kavgacı olduğum için. Güzellikle düzgün bir şekilde yaptığında kazanabilecekken kavga ederek… Ben haklıyken haksız duruma düşüyorum çoğu zaman. Kavga etmeyen bir insan olmak istiyorum. Her zaman her yerde kavga ediyorum. İş yerinde kavga ediyorum, evde kavga ediyorum. Hastaneye gidiyorum, orada kavga ediyorum. Otobüse biniyorum, şoförle kavga ediyorum. İşte artık kavga etmek istemediğin için, sadece uykusuzluk değil sorunum. Kavga etmek iyi bir şey değil başka yöntemler bulmak gerekiyor. İdeolojik olarak da kavga etmeyi savunmuyorum. Relax bir insan olmak istiyorum.
İnsanların seni yargılamayacağı rahatça konuşabileceğin bir ortam olsaydı ne yapmak isterdin?
Ne yapmak isterdim?… Abimle ilişkilerimiz iyi değil. Konuşmuyor benimle. Başka bir şeylerden dolayı. Kardeşlerimin de bazılarıyla görüşmüyorum. Onlarla nasıl diyeyim?… Gerçek kardeş gibi olabilmeyi isterdim. O yaşadığımız travmalar buna neden olmuş mudur?… Olmuştur belki de… Abimle karşı karşıya oturup çocukluğumuzda bunları, bunları yaşadık. Lanet olsun, yaşamamış olsaydık keşke ama yaşadık, şimdi birbirimize destek olalım. O benim yaşadığım şeyleri biliyor zaten. Bağıra bağıra söyledim. Ama ben onun, onların yaşadıklarını bilmiyorum. Onlar da bana anlatsın isterdim. O zaman belki onlar da rahatlayacaklar.
Şimdi baktığım zaman benden bir yaş büyük olan ablamda obsesif kompülsif bozukluk var. Tedavi görmesi gerekiyor. Kız kardeşim var. Yine o da öyle. Temizlik hastası. Ondan sonra bu doktor olan ablam, sürekli ilaç kullanıyor. Psikiyatri ilaçları… Herhangi bir terapi aldığı da yok. Büyük ablam çocuklarıyla bir sürü problem yaşıyor. Onlara şiddet uygulamış. Çocukları ondan nefret ediyorlar. Yani hepsi kendi aileleri içerisinde huzurlu değiller. Hepsi bir sürü sıkıntı yaşıyor. Allah’a havale etmişler işi yani. Allah cezasını verecek.
Behiye ablama dedim ki babam yoğun bakımda kaldığında. Kalp krizi geçirdi. Ölmek üzere. Biz yanındayız, hepimiz gitmişiz. Ablamlar da orada. Hafize ablam, Behiye ablam… Babam da şey dedi bir ara. Böyle bir kendine geldi. “Hakkınızı helal edin!” gibi bir şey söyledi. Ben bir şey demedim. Onlar ikisi de haklarını helal ettiler. Sonradan Behiye ablamla konuştuğumda “O gün dedim orada, hastanede hakkını helal ettin?…” Kendince şöyle açıklamasını yapıyor. “Ben hakkımı helal etsem bile Allah onun cezalandıracak. Bu benim hakkımı helal etmemle alakalı bir şey değil.”
Benim sorduklarım dışında eklemek istediğin bir şey var mı?
Benim en son nokta olarak söylemek istediğim şey aslında bu travmanın bütün topluma ait olduğu ve toplumun yüzde ellisine yakınının bu travmaları yaşadığını biliyoruz. Bilimsel kanıtları da var. Araştırmalar da öyle söylüyor. Yüzde ellisinden fazla…Bu travmaları yaşamış bu toplum. Hala da yaşanmaya devam ediyor. Bizim bundan sonra böyle geleceğe bakıp bu toplum artık bunları nasıl yaşamayacak hale gelir onu düşünmemiz gerekiyor. Geçmişe değil de, yani geçmişi tabii ki unutamayız ama geçmişi de görüp geleceğe bakmamız gerekiyor. Gelecek nesillerin bunu yaşamamasını nasıl sağlayabiliriz. Şunuda kabul etmek gerekiyor bunun bir hastalık olduğunu. Doktor olan ablam diyor ki, böylelerinin keseceksin şeyini… Şeriat kanunları yani. Keseceksin olay bitecek. Olay öyle bitmiyor işte. Bu hastalığa sahip olan insanların da tedavi görmesi gerekiyor. Başka bir çaresi yok bunun. Onları tedavi etmek zorundayız. Bu toplumun onları tedavi etmesi gerekiyor ama bizim toplumumuz öyle bir toplum değil. Umarım öyle bir toplumu yaratabiliriz, görebiliriz, biz yaşayabiliriz.