Onca zaman boşu boşuna heveslenmiştim, annemle babamın hayalimdeki kapılarını birçok defa çalmış ve açılmasını beklemiştim, hikayemin kabul edilmesini, kabul edilmeyi, içeri alınmayı beklemiştim ve hayal kırıklığına uğramıştım, üzülmüştüm, eşikte dikilip kapılarını çalmıştım, sonra çalmayı bıraktım, umut etmeyi bıraktım, sırtımı dönüp oradan ayrıldım, bir bakıma özgür oldum.”
Norveçli yazar Vigdis Hjorth’un Miras (Arv og miljo) romanında anlattığı aile kurumundan bir özgürleşme hikayesi. Okuru da, çocuğun cinsel istismarı konusunda aile ilişkileri üzerinden taraf olmaya çağırıyor. Ellili yaşlarındaki yazarın romanının merkezine koyduğu deneyim, beş yaşından yedi yaşına kadar babası tarafından maruz kaldığı cinsel istismar.
Kitabı yazma sebebini en iyi anlatan bölüm dünya savaşları üzerine makaleler yazan arkadaşı Bo’ nun benzetmesi; “…Bo gazetede yazdı diye bir şey değişmemişti, ama filozofun dediğini söyledi, onunla aynı fikirde olmayanları ikna etmek için değil, onunla aynı fikirde olanlar yalnız olmadıklarını bilsinler diye yazmıştı.” Benimde cinsel istismara karşı mücadelemde baktığım ve güç aldığım yer burası. Benimle aynı fikirde olanların yalnız hissetmemesi.
Roman babanın ölümüyle başlar;
“Babam beş ay önce öldü, zamanlama ya çok iyiydi ya da çok kötü, nereden baktığınıza göre değişir. Böyle aniden gitmeye pek itirazı olmayacağını düşünüyorum, bu yüzden olayı ilk duyduğumda, henüz ayrıntıları öğrenmemişken kendini bilerek atmış olmalı diye geçirdim içimden. Ölümü bir kazadan çok romanlardaki sürpriz sonları andırıyordu.
Önceki haftalarda, babam hayattayken kardeşlerim mirasın nasıl paylaşılacağı konusunda büyük bir kavgaya tutuşmuşlardı, ailenin Hvaler’ deki kulübeleriydi mesele. Babamın düşmesinden sadece iki gün önce de ben kız kardeşlerime karşı ağabeyimin yanında saf tutmuştum.”
Benimde babamın ölümünü hatırlatıyor bu satırlar. Bergljot’ un ağabeyi Bard’un tarafında saf tutması büyük bir krizin habercisiydi çünkü. Babasının yazdığı vasiyet öncesine kadar aile üyeleriyle yirmi yıldan fazla süredir görüşmeyen Bergljot, vasiyette yapılan adaletsiz dağılımın ardından aile ile iletişime geçer ve vasiyete itiraz eden Bard’un yanında yer alır.
Benim hikayemde de amcamın babamın elinde kalan son evi satmaması için biz varisleri aradığında akrabalarımla görüşmüştüm yıllar sonra. Kimse neden akrabalarımızla görüşmediğimizi, neden bir aile gibi olmadığımızı sormuyordu. Çocukların terkedilmiş olduğunu kimse görmüyordu. Bize sormadıkları bu soruya kendileri cevap veriyordu. “Çocuklar çok öfkeli ve dengesizler…” Çocukların neden öfkeli ve dengesiz olduğu sorulmuyordu.
Bergljot’un hikayesinde olduğu gibi miras konusuna istemeden dahil edilmeye çalışıldığımda bende babamı ifşa etmiştim. İfşadan altı ay kadar sonra da babam intihar etti. Birlikte olduğu kadını öldürdüğü için Bergljot’un babası gibi ölüm sebebini anlayamadık. “Romanlardaki sürpriz sonlar gibiydi.”
Babasının ölümünden sonra yeniden düzenlenen vasiyetin açıklanacağı gün Bergljot bütün aile üyeleriyle yüzleşmeye karar verir. Daha önceki yüzleşme girişimleri engellenmiştir. “İçinizden birinizin kalkıp nedir senin meselen diye asla sormaması içimi çok acıttı ve acıtıyor.” Kız kardeşine yazdığı bu mesaj diğer girişimleri gibi sessizlikle boğulur. Hem de insan hakları savunucusu olan kız kardeşi taarfından… Vigdis Hjorth’un romanının yayınlanmasından iki yıl sonra insan hakları savunucusu kız kardeşi Helga Hjorth ablasının ; dürüst olmayan bir narsist olduğunu iddia ederek anne ve babasını korumaya çalıştığı Özgür İrade isimli bir romanı piyasaya sürer. Çünkü artık Vigdis’in romanını sessizlikle boğması mümkün değildir. Anne İnger Hjorth’ ta, Miras romanını tiyatroya uyarlayan gruba 23.000 £ değerinde bir tazminat davası açar.
Vigdis kendisine inanmayan ve ona savaş açan aile üyelerine en güzel cevabı performans sanatçısı Marina Abramovic’ in bir gösterisini romanında anlatarak verir;
“Uzun bir masanın üzerinde yetmiş iki farklı nesne sıralanmıştı, bir tüy, bir tabanca, bir zincir, bir gül masanın arkasındaki duvarda altı saat süren performansın videosu yayınlanmaktaydı. Masanın önünde duran seyirci bu nesneleri Marina Abramovic’ in üzerinde kullanabilir, ona onlarla istediklerini yapabilirdi, sanatçı o altı saat boyunca yalnızca orada duracak, ne denenirse denensin kabul edip anlayışla karşılayacaktı, seyircinin neler yapacağını görmek istiyordu. Seyirci ilkin sakin ve çekingendi, onun başlamasını bekledi ama o başlamadı. Sonra biri belli belirsiz yaklaştı, sonra bir diğeri, üçüncü yakınlık sınırını yıktı, bir diğeri daha da yakınlaştı, sonraki ona dokundu, sonra giderek cesur davranmaya başladılar, bluzunu yırtıp parçaladılar, birbirlerini kışkırttılar, birbirlerinin pervasızlığını körüklediler, tehlikeli olmaya başladılar, biri paramparça olmuş bluzu sırtından çıkartıp aldı, onu aşağıladı, saldırganlaştılar. Onun pasifliği ve belki de bu nedenle hissedilen güçlü varlığı onları kışkırtıyordu. Birisi tabancayı eline verip ucunu kafasına dayadı, fısıltıyla ‘ateş et’ dedi. Performans bittiğinde, saat çaldığında Abramovic hareket etti, sonunda, seyirciye doğru bir adım attı, izleyenler korku ve tiksinti içerisinde gerilediler: “Bana yaptıklarından dolayı bana tahammülleri yoktu.”
Romanda en çok öfke duyduğumuz karakter Bergljot’un annesi. Çocuğu tek koruyabilecek olduğu için belki de…Anne ilk andan itibaren biliyor kızının neler yaşadığını , bu konuyu hiçbir zaman açmıyor. Konuyu ilk defa sevgilisiyle birlikte olabilmek için kocasından ayrılmayı düşündüğünde açıyor. “Babanın sana bir şey yapmadığına emin misin?” İffetli bir kadın olarak kocasından boşanabilmek için böyle bir koza ihtiyacı var. Annenin sevgilisi kendi evliliğini bitirmeyi düşünmeyince Bergljot’un yaşadıklarının üzeri tekrar kapatılır ve babasına karşı sevgilisiyle olan ilişkisini korumak için koz olarak kullanılmaya devam eder. (Bende bunu hissetmiştim annemle babam arasında sessiz bir anlaşmanın kurbanıydım. Ama ne tür bir anlaşma bunu öğrenemedim.)
Bergljot on beş yaşına geldiğinde cinsel istismar yine konuşulmaz ama annesi ona bir kitap verir. Tove Ditlevsen’in Bir Çocuğa Kötülük Yapıldı isimli kitabı. Anne cinsel istismara uğradığını bildiği ama korumadığı kızının uyuşturucu bağımlısı olmasından ya da cinselliği kafasına takmasından korktuğu için. Genç kızlık döneminde anne Begljot’un üzerinde büyük bir baskı kurar başına bir felaket gelecekmiş gibi. Bergljot’ un başına bir felaket gelmemiş gibi…
Annesi için Bergljot’un ailedeki rolünü anlamak zor. Bergljot ilk hamileliğinde müjde vermek için annesine koştuğunda annesi kendisinin de hamile olduğu yalanını söyler.Ya da sevgilisi Rolf’ un mektuplarını Bergljot’ un saklamasını ister. Bergljot annesi için bir rakiptir. Belki bu yüzden Berglijot’ta annesini kendisine rakip gibi görür.
Bergljot yaşadıklarıyla yüzleşmeye karar verir;
“Sağlıklı biri olmak neye benziyordu acaba?
Sağlıklı biri olmak, sakatlanmamış biri olmak nasıl bir şeydir bilmiyordum, kendi deneyimlerimden başka bir şey yoktu elimde.”
Analist terapi sürecinin hayatını alt üst edeceğini söylese de;
“…analizin hayatımı değiştirebileceğini, ilişkilerimi paramparça edebileceğini ve bağlarımı koparma tehlikesi içerdiğini söyledi, anladığım kadarıyla beni uyarıyordu ancak zaten her şey mahvolmuştu, kaybedecek başka bir şey yoktu ortada.”
Ailesiyle yüzleşmeye karar verdiğinde Enseste Karşı Destek Merkezi’nin anne babasıyla yüzleşecek olursa ailesini kaybetmeye hazır olması gerektiği cevabını alıyor. “…Anne babasıyla yüzleşenlerim yüzde doksanı ailesini kaybediyordu…”
Ailesiyle yüzleşmekte tereddüt edip yaşadığı şehirden kaçtığında, San Sebastian’da kendini yorgun bir şekilde banka bıraktığında arkadaşı Klara -bana Festen filmindeki Mug karakterini çağrıştıran arkadaşı- yetişir imdanına; “…anlaman gereken bunun bir çay partisi değil, bir savaş olduğu, ölüm kalım savaşı, burada barış görüşmeleri yok, onurunu kurtarmak ve iyi anılmak için bir ölüm kalım mücadelesi var…” ağlayarak çöktüğü banktan bir savaşçı gibi başı dik kalkar.
Hiçbir şey olmamış gibi hayatını sürdürmesi mümkün değildir artık. Bunun için ailesi ile yüzleşmek zorundadır;
“…hikaye hiç yokmuş gibi her şeye yeniden başlanabileceğine, dünyadaki tüm savaşların ortaya koyduğu üzere tarihin reddedilemeyeceğini bilmemize rağmen tarihin hükümsüz sayılabileceğine, silinebileceğine, halı altına süpürülebileceğine inanıyorlar mıydı merak ettim, tarihin gelecek üzerindeki yıkıcılığını azaltmak niyetindeyseniz herkesin tarih anlayışı masaya yatırılmalı ve kabul görmelidir…”
Yüzleşmemek kendine ihanettir.
Romanın sonunu açık bırakıyor Vigdis Hjorth. Sözü bize bırakıyor…
Edebiyatın yardımıyla, kendini yeniden doğuran bir kadınla benzer travmalarımız sebebiyle tanışmış olmaktan dolayı üzüntü duysamda, mücadele ediyor olmamız, ayakta olmamız yalnız olmadığımızı hissettiren bir teselli. İyi ki anlattın Vigdis Hjorth. Bana güç verdin, bende başka farkındalıklar yarattın. Umarım başka mağdurlara da güç verirsin şifa olursun.