Eser Demirkan
DUVAR – 2021’in son günlerinde Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayımlanan ‘Kutsal Tecrit’ aile içi cinsel istismar konusuna odaklanmış bir anlatı. Kendi hikâyesinden yola çıkan Meliha Yıldız’la yaşadıklarını, kitabı yazış sürecini ve sonrasını konuştuk. Yıldız, “Yaşadığım travmatik olayın kızımı da etkilediğini fark ettiğimde tekrar terapiye başladım. Bana inanan, kutsallarıyla yüzleşmiş bir psikologla çalışmam suçluluk duygusuyla yüzleşmem konusunda bana güç verdi. Anne, baba, aile, devlet, din, toplum gibi kutsallarla yüzleşmem suçsuzluğuma inanmamı sağladı. Artık beni korumayan, çocukları korumayan kutsallardan vazgeçtiğimde, çocuğun tarafında olduğumda konuşmak zor olmadı” diyor…
Kutsal Tecrit’te çocuk Meliha’nın hikâyesi sekiz yaşında başlıyor. Daha küçük yaşlarınızı hatırlıyor musunuz? Aileye, yaşadığınız yere ait daha eski anılar var mı belleğinizde?
Kitapta hikâyem sekiz yaşında başlıyor çünkü babamın aile içi cinsel istismarı sekiz yaşımdayken başladı. Çocukluk dönemine dair hatırladığım fazla bir şey yok. Aile içi cinsel istismar mağdurlarının sık yaşadığı sorunlardan biri bu. Hafıza hayatta kalmaya odaklanıyor ve ikiye bölünüyor. Hatırlanması gereken anılar, hatırlanmaması gerekenler.
İşçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Çocukluğum Ankara’nın bir kasabasında geçti. Aile içi cinsel istismar dışında fiziksel, duygusal istismar ve ihmallerin yoğun olduğu bir evde büyüdüm. Annem ve babam mahalleli tarafından sevilen insanlardı. Babam mahallenin namuslu, dürüst ve hayırsever adamıydı, annemse; hayatın bütün çilesini çeken kadını…
Yaşadıklarınızı ilk kez kiminle paylaştınız? Anlattığınız kişiler nasıl tepki verdi? Kitabı henüz okumamış olanlar için konuşalım mı?
İlk kez annemle paylaştım. Sekiz yaşındaydım. Babamın ikinci aile içi cinsel istismar girişiminden sonra. Anneme babamın bütün yaptıklarını anlatmadım. Babamın kötü biri olduğunu düşünmüyordum. Babam mahallenin iyi adamıydı, ona kötü gözle bakılmasını istemiyordum. Ve seviyordum babamı. O nedenle anneme sadece “Babam benim külotumu indiriyor” dedim. Annem bana inanmadı. Sonrasında da yıllarca süren aile içi cinsel istismar sırasında beni korumadı. Yıllarca süren bu istismarı ben mi çok iyi saklamıştım yoksa insanlar mı görmezden gelmişti bilemiyorum.
‘ÇOCUK ANLATMAZ; ZAYIFTIR KORKAR’
Aslında bunun yanıtını kitabınızda veriyorsunuz: “Çocuk anlatamaz; zayıftır korkar. Anlattırsa kendine ya da yakınlarına bir zarar geleceğinden korkar. Failler çocuğu genellikle tehdit eder. Failin tehdidi bize ne kadar saçma gelirse gelsin çocuk inanır” diyorsunuz kitapta. Belki de mağdurların ortak çıkmazı bu oluyor. Uzun yıllar süren bir suskunluktan sonra, kendinizi suçlamayı bırakıp konuşmaya nasıl karar verdiniz?
Çocuk böyle bir şey yaşadığında bunu anlamlandıramaz ki. Anlamlandırmak istediğindeyse “Ben kesin kötü ya da yanlış bir şey yaptım ki benim başıma bu geldi” der. Mağdur, yetişkin olduğundaysa aklı ne kadar suçsuz olduğunu söylese de psikolojik olarak profesyonel bir destek almadıkça, çocukluk dönemindeki suçluluk duygusundan kurtulamıyor. Kolay değil; babanın sana vahşice bir eylemde bulunabileceğini, annenin bu vahşete göz yumabileceğini, toplumun, devletin seni korumayacağını ve buna sessiz kalacağını kabullenmek çok zor.
Yaşadığım travmatik olayın kızımı da etkilediğini fark ettiğimde tekrar terapiye başladım. Bana inanan, kutsallarıyla yüzleşmiş bir psikologla çalışmam suçluluk duygusuyla yüzleşmem konusunda bana güç verdi. Anne, baba, aile, devlet, din, toplum gibi kutsallarla yüzleşmem suçsuzluğuma inanmamı sağladı. Artık beni korumayan, çocukları korumayan kutsallardan vazgeçtiğimde, çocuğun tarafında olduğumda konuşmak zor olmadı.
Bunun için yaşadıklarımı anlattığım bir video-röportaj verdim. Adımı, yüzümü, kim olduğumu saklamadım. Ben çocuktum, istismar edilmiştim, yalnız bırakılmıştım, beni kimse duymamıştı. Büyüdüğümde, aklım erdiğinde babamın cinsel istismarlarını ben tek başıma durdurmuştum. Saklanması, susması gereken kişi ben değildim.
‘MAĞDURLAR SUSMUYOR!’
Video röportaj yayınlanınca aldığınız tepkiler de çok ilginç aslında. Bunu anlatmanızı istesem.
Bence insanların yaşadığı bir şok haliydi. Kimileri yaşadıkları şokun etkisiyle benimle konuşmaya çalıştı ama karşılıklı ne diyeceğimizi bilemiyorduk. Ya da görüşüyorduk ama konu bir türlü röportaja gelmiyordu. Ben konuyu açtığımdaysa “Bahsedip seni üzmek istemedik” diyorlardı. Sonradan anlıyorum ki aslında üzmek istemedikleri kendileri. Hâlâ sessizliği sürdürmek istiyorlardı. Kimileri de “Ben izlemeyeceğim” dedi. Benim acıma bakamıyorsan neden arkadaşız ki? Kimisi de “Ne gereği vardı mahremiyeti ortaya dökmenin, failleri cesaretlendirmenin” dedi. Her dört beş çocuktan biri cinsel istismara maruz kalıyor ve faillerin yüzde doksanı yakın çevreden biri. Failler inanılmaz cesur bu ülkede, dünyada; rakamlar da bunun göstergesi. Yaşanan istismar hikâyelerini yok sayarak, sessiz kalarak bu rakamları değiştiremeyeceğimiz kesin.
Bu tepkilere maruz kalmak beni başlarda çok rahatsız etti. Sonra, demek ki bunun için konuşmuyor mağdurlar dedim. Ben sekiz yaşında da, on sekiz yaşında da anlatmıştım ama insanlar bugün olduğu gibi duymak istememişti. “Mağdurlar susmasın!” sloganı bana anlamlı gelmiyor bu yüzden. Mağdurlar susmuyor, sorun insanların duymak istememesi. Kitap yazmaya da bu yaşadıklarımı anlamlandırmaya çalışırken karar verdim. Kitap, insanların sağır kalmasını anlamamı ve kabullenmemi de kolaylaştırdı.
Kitabınıza Kutsal Tecrit adını vermenizin nedenini de biraz açalım mı? Mağdurlar nasıl tecrit ediliyor sizce?
Röportaj yayınlandıktan sonra birçok kadın, erkek, LGBTİ+ birey benimle iletişime geçti. Sanırım bana en iyi gelen ve bu konuda mücadeleme güç veren onların mesajlarıydı. Aslında bizim susmadığımızı, hep anlattığımızı onların hikâyelerinde de gördüm. Biz anlatıyorduk ama karşımızdakiler duymak istemiyordu.
Aile içi cinsel istismarı konuşmanın zor olmasının en önemli nedeni, birçok kutsala dokunuyor olması bence. Anne, baba, din, devlet, toplum… Bizim bunları kutsallaştırmamız çocuğu ve buna maruz kalmış yetişkini yalnız bırakmamıza sebep oluyor. Kutsalı korumak için çocuktan vazgeçiyoruz, çocuğu kurban ediyoruz ve mağdurları tecrit ediyoruz.
Artık anlatıyorsunuz ve kitap bitince de susmadınız. Kendi adınızla açtığınız bir blogda başka mağdurları konuşturmaya onların sesi olmaya, onların hikâyelerini anlatmaya devam ediyorsunuz. Size nasıl ulaşıyorlar ve kendi yaşadıklarınızın benzerlerini başkalarından dinlemek size nasıl geliyor? Yıpratıcı, yorucu bir süreç olmalı.
Evet, zor ama birbirimizin deneyimleriyle kendimizi tanımaya ve iyileşmeye çalışıyoruz. Mağdurlardan aldığım güç, çalışmalarım konusunda beni motive ediyor. En önemlisi bir daha asla hiçbir çocuğun bunu yaşamasını istemiyorum. Mağdurlar olarak ne kadar ağır sorunlarla baş etmeye çalıştığımızın görülmesini istiyorum. Cinsel istismarın, aile içi cinsel istismarın ne kadar ağır sonuçlarının olduğunun görülmesini ve çocuklarımızın daha iyi korunmasını istiyorum. Mağdurlar açtığım blog ve sosyal medya hesaplarım üzerinden bana ulaşıyorlar. Onların hikâyelerini dinlemek, sezgisel olarak fark ettiğim kimi şeyleri anlamlandırmamı da sağlıyor. Maalesef Türkiye’de bu konuda yapılmış çok fazla çalışma yok.
Bazen duygusal açıdan kolay olmuyor. Günlerce uyuyamadığım oluyor. Zamanında korunmamış o çocuğu koruma isteği… Evimin bir odasında, röportajları yaptığım odada yaşıyorlar sanki. O odada onları korumaya çalışıyorum. Sonra mücadele ettiklerini güçlendiklerini gördükçe büyüdüklerini kabullenip onlardan ayrılmaya çalışıyorum.
‘SANAT BENİM SIĞINAĞIMDI’
Kitapta bir yandan Meliha’nın yaşadıklarını okuyor, bir yandan da aile içi cinsel istismar sorunu üzerinde sizinle birlikte düşünüyor, filmlere, oyunlara, kitaplara ulaşıyoruz. Kendi yaşadıklarınızı, bir kitapta, bir filmde görmek üstüne neler söylersiniz?
Sanat benim için kaçtığım bir yerdi, sığınağımdı. Kendi acıma bakamadığım, ağlayamadığım zamanlarda başkalarının acısı üzerinden kendime ağlamamı kolaylaştırıyordu sanki sanat. Sanat hep hayatımda oldu, üretim anlamında da. Yazarlık atölyelerine, senaryo atölyelerine katıldım. Bu atölyelerde kurmaca da olsa aile içi cinsel istismarı anlatmanın hayalini kurdum. Başkası benim hikâyemi anlatsaydı nasıl olurdu bilmiyorum. Kitabı bana ait bir parça gibi görüyorum şu an, dışardan bir gözle bakamıyorum. Bu kitap, dönüşümümün, çocukluğumu kucaklamamın bir aracı oldu. Henüz bitmemiş olan ikinci kitabım da yine benzer bir sürece tanıklık ediyor.
Terapiler, video-röportajınız ve bu kitabı yazmak sizin kendinizi sağaltmanızın, direnmenizin bir yolu olmuş. Bu kitapta anlatılanlar dünyanın bir yerinde yaşanmaya devam ediyor, biliyoruz. Sizin mücadeleniz belki de başka mağdurların iyileşmesine umut olacak. Neler söylemek istersiniz?
Japonlara ait bir seramik sanatı var: Kintsugi. Parçalanmış seramikleri altın tozuyla birleştirerek yapılan bir sanat. Kintsugi sanatında kırılan seramiğe yok olmuş gözüyle bakılmıyor; kırık seramik, altın kullanılarak daha değerli hale getiriliyor. Kintsugi’de kırıklar saklanmaz aksine vurgulanır. Felsefi temelde seramiğe ikinci bir hayat verilir. Çocuklukta yaşanan cinsel istismar iyileştirilmediği sürece parçalanmış bir seramik olarak hayatı sürdürme çabasıdır. Gelin hayata bir şans daha verelim diyorum, kendimizi onaralım. Kırılmışlıklarımızı saklamadan, aslında hiç kaybolmayan değerimizi vurgulayarak… Toplum olarak da sessizliği bozalım ve mağdurlara elimizi uzatalım ve onları iyileşebilmeleri için destekleyelim derim.